GÜÇLÜ, ADİL VE EŞİT BİR VERGİ SİSTEMİ AMA NASIL 5?
Ali ÇAKMAKCI
Yeminli Mali Müşavir
Sorumlu Bağımsız Denetçi
E. Hesap Uzmanı
İletişim: info@adenymm.com.tr-0212 592 00 92
Bir taşınmazın, özellikle de konut gibi bir taşınmazın, faydalı/iktisadi ömrü boyunca sayısız kez el değiştirmesi karşılığında “alıcı ve satıcıdan” sayısız kere toplamda %4 oranında tapu harcı alınması mükellefler için gerçekten çok ağır bir yük olup, özellikle konut edinimini ciddi etkileyebilmektedir. Tapu harcı temel prensip olarak konut piyasaya ilk kez arz edilirken alınmalıdır. Meskenler üzerindeki bu katlanılamaz fedakarlıkların azaltılması konut edinimine ve arz güvenliğine katkı sağlar. Konut ediniminin artması için bu harcın sonraki safhalar için kaldırılması veya “alıcı tarafında” azaltılmasında pek çok açıdan yarar vardır. En azından tapu harcının taşınmazın belli yaşına göre oranı düşürülmeli ve kaldırılmalıdır.
Ayrıca, karşılıklı menfaat sağlayan bu ilişkide ilk edinim sonrasındaki teslimlerde harç alınsa dahi, bunu alıcı değil satıcı üstlenmelidir ve alıcılar da bu harçtan müteselsil sorumlu tutulmalıdır. Böylece, karşılıklı menfaat ilişkisi bozularak alıcılar tarafından taşınmazın gerçek değerden alımına yönelik olarak bir refleks geliştirmesi beklenebilir.
Çünkü, tapu harcının bu denli yüksek olması ve konut piyasasını artırması, aslında çok daha önemli bir vergi kaybına da neden oluyor. Yüksek tapu harcı ve karşılıklı menfaat ilişkisi nedeniyle satıcı taraf düşük gösterilen bedel nedeniyle %40 kadar gelir vergisini veya %25 kurumlar vergisini kaybına neden oluyor demektir. Buna ilaveten bazı teslimlerde KDV kaybı da gündeme gelebilecektir. Hazine; %4 tapu harcı alacağım diye belki %40 ve/veya daha fazla vergi kaybına yol açmaktadır. Esasında, taşınmazın satışından doğan safi (gerçek) kazanç vergilendirilsin ki adil bir vergi sistemi doğmuş olsun. Şunu unutmamak lazım, tapu harcının yüksekliği satıcının gerçek gelirinin vergilendirilmesinin önündeki en büyük engellerden bir tanesidir. Muhtemel bir oran değişikliği gerçek değerlerin beyanına yönelik müteselsil sorumlu tutulan alıcılar tarafından satıcı üzerinde açık bir baskı yaratabilir.
Türk vergi sistemini, verginin orijininden ayıran ne varsa tamamını vergi kanunlarından çıkartmak gerekmektedir. Sponsorluk harcaması gibi tamamen şahsi harcamaların; kazancın harcanması gibi bir takım sosyal, kültürel gerekçe ve saiklerle vergi matrahından %100 ve %50 oranında düşülmesinin toplumsal faydası doğrudan bulunmamaktadır. Her ne kadar reklamdan ayrı bir meta olarak ifade edilse de (kavramsal içeriğe değil fonksiyona bakılmalıdır), sponsor kurum ve kuruluşlar reklam gibi önümüze gelmekte, sponsor olanlar kişisel olarak öne çıkmakta, yönetim kurullarına girmekte, özetle kişisel fayda sağlamaktadır.
Sponsorluğa çok arzu ve istekli olanlar varsa önce kar dağıtır ve elde edilen geliri gelir vergisi sonrası, “şahsi bir gelir kaynağı olarak” istediği gibi tasarrufta bulunabilir. Buna kim engel, ne engeldir! Bu vergi topluma aittir, kişisel menfaat ve ilişkilerin kurbanı olamaz. Toplumsal faydası, sosyal faydası; bireysel faydanın ve sosyal maliyetin üzerinde olmayan, toplumun geneline önemli etkisi olmayan tüm vergi harcamaları bize göre artık vergi kanunlarıyla vedalaşmalıdır.
Bazı kişilere tanınan özel imtiyazlar kanalıyla toplumun geneline olan yararının, toplumun vergi maliyetlerine göre güçlü, mantıklı, tutarlı, rasyonel bazı hukuki ve iktisadi, sosyal, kültürel, siyasi gerekçelere sahip olunması gerekmektedir. Kişisel tatmin ve fayda sağlayan, her ne kadar reklam değil denilse de, açıkça reklam gibi işlev gören ve kişisel statü/tatmin/gelecek elde edilmek için kullanılan bu harcamaların şahsi bir harcama olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu kadar yüksek ücret geliri olan sporcular nasıl olur da gelir vergisi rekortmenleri arasında yer almaz? Neredeyse hiçbir kulüp vergi yükümlülüklerini tam, doğru ve zamanında yerine getirmemektedir. Sponsorluk harcaması, karapara (suç geliri) aklanmasına yol açabilmekte veya bir şekilde muvazaalı olarak geri alınarak vergi zıyaına da yol açabilmektedir.
Bütün bu yalın gerçeklere karşın, bir de esasen şahsi bir tasarruf olan sponsorluk harcamasının vergi matrahından indirilmesi halkın vergisinin suistimal edilmesinden başka bir şey değildir. Sponsorluk, sporun gelişmesi adına en azından amatör spor dalları için devam etse bile, profesyonel spor dalları için bu imkan kaldırılmalıdır.
Bildiğimiz üzere, özellikle büyükşehirlerde kaldırım ve yollar, yani bizahati kamuya ait olan neredeyse tüm alanlar, araç yığınıyla dolu olup, kamunun tasarrufunda bulunan bu alanlar açıkça bu araçlar nedeniyle ağır işgal altındadır. Hem çok kötü bir görüntü ortaya çıkmaktadır, hem de güvenlik nedeniyle yaşam insanlar için çok ağırlaşmaktadır. Kaldırımlarda dahi araçların sağlı-sollu park ettiği, insanların yaya veya sürücü olarak bile geçmekte zorlandıkları, çocukların güvenli hareket edemedikleri tam bir kaos ve düzensizlik içinde yaşam devam etmektedir. Herkesin toplumsal hayata katılımcı olduğunu düşünerek, işin toplumsal boyutuna, sosyal sorunların derinliğine daha fazla girmek istemiyorum.
Vergi, sadece mali gerekçelerle alınmaz, gelişmiş ekonomilerde vergi politikası ile çok çeşitli iktisadi, sosyal, kültürel ve askeri pek çok alanda önemli atılımlar ve müdahaleler yapılmaktadır. Maalesef ülkemizde vergi bütçe giderlerini karşılayan bir gelir unsurunun ötesine geçmemiştir.
Otoparkı olan meskenlerde, müteahhit çoğunlukla daha fazla gelir ve kurumlar vergisi ödemekte, harç ve KDV ödemekte; alıcılar ise hem daha yüksek bedel ödemekte, ayrıca KDV ve harç gibi vergilerle muhatap olmaktadır. Bir anlamda kamusal alanları işgal etmemenin bedelini ağır bir şekilde bu kesim zaten ödemektedir. Bu nedenle, maddi ve manevi yaratılan bu haksız durum karşısında otoparkı olmayan meskenlerin m2 lerine de (150 m2 ve üstü vb) bakarak emlak vergisi değerlerinin normal oranların 2/3 katı olarak belirlenmesinin gerektiğini düşünmekteyiz. Hem bu ağır haksız durum bir nebze engellenebilir; hem bu meskenlerin bir vergi politikası ile tercih nedeni olması kısmen önlenir; ve en önemlisi kamusal alanların şuursuzca ve kontrolsüz bir biçimde kullanmanın bir maliyeti muhataplarına yansıtılmış olur. Vergi kanunları kendisinden beklenen görevleri, sosyal hayatı da dizayn edecek şekilde yerine getirmelidir.
Tabi bu sorunun asıl çözümünün otoparkı olmayan mesken yapımına izin verilmemesinden geçtiği aşikardır.
Suç isnadı, kişinin kusurlu eylemlerinden sorumlu tutulabilmesi için bunun sorumluluğuna katlanabilmesi için kendisinde olması beklenen genel niteliklerdir. Sahte belge kullanımında mükellefin bu durumu “bilmesi, anlaması, sonuçlarını idrak etmesi ve algılamasıdır”.
Suç için aranan bir takım evrensel temel unsurlar vardır, bunlardan bir tanesi dahi yoksa ortada suç yoktur. İşin esasında “suçun manevi unsurunun” tespiti Yargıtay Ceza Kurulu Kararlarında da açıkça olduğu üzere bağımsız mahkemelerin görevidir. Fakat, vergi zıyaı bir kabahat olup, "kast veya kusur" ile yapılan idari işlemdir. Bu işlemin özünü oluşturan şey de manevi unsurun bizahati kendisidir. İnceleme safhasında bu tespiti ve iddiaları ödenmesi gereken verginin doğruluğu safhasında inceleme elemanının yapması vergi ve ceza tarhiyatı açısından önemli. Sahte belge kullanımlarında idari safhada mükellefin bilerek ve isteyerek kullandığı yönündeki eleştirilere bağlı tarhiyatların çoğu ise yargı kararı ile kaldırılmaktadır. Fakat, özellikle yetersiz incelemeler nedeniyle bu durum mükellefleri 3 kat gibi ağır bir tarhiyat ile karşı karşıya bırakarak, maddi ve manevi zararlar vermekte, ticari hayatına önemli bir darbe vurmaktadır. Özellikle faaliyet konusuna bağlı olarak küçük sermaye ile büyük hacimde düşük karlarla çalışan mükelleflerde bu olumsuz durum ticari faaliyetin bitmesine neden olmaktadır.
Bu durumda, yapılması gereken şeyin açıkça sahte belge kullanımlarında yine 3 kat vergi zıyaı cezası içeren ceza kuralının korunması, ama bağımsız mahkemelerce suçun manevi unsurun varlığına ilişkin "kesin kararına" kadar, tek kat uygulayacak bir kanun düzenlemesinden geçtiğini ifade etmek gerekir. Aksi durumda, bilmeden, istemeden belgeyi kullanan bir kısım düzgün mükelleflerin hayati açıdan etkilenmelerine yol açacak sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Sahte belge kullanımlarında düzenleyiciden çıkan bir takım tespitlerle sayısız mükellefi, içinde çok sayıda düzgün sayıda mükellefi de etkileyen hukuki ihtilaflar doğmaktadır. Bu durum orta ve uzun vadede de ticari hayatı baltalayacak durumlar yaratarak güvensiz bir ekonomi ortamı yaratmaktadır.
Dünyada asgari ücret, barınma ve beslenme dışında insani ve medeni bir hayat sürmek için kültürel vb dahil pek çok insani ihtiyaç için getirilmektedir. Ülkemizde sadece beslenme ve barınma için getirildiği düşünülse de, bugünkü koşullarda barınma ihtiyaçlarına dahi cevap veremediği son derece açıktır. Asgari ücret kadar bir ücret gelirinin vergi dışı bırakılması tam bir aldatma olup, gerçeklerin gizlenmesidir. Bu ücret insanca barınma ihtiyacına dahi bir cevap veremiyor.
Bu adil olmayan durumu bir nebze düzeltmek için Büyükşehir ve Büyükşehir olmayan yerlerde azami tutarla belirlenmiş (her yıl belli oranlarla artan) tutarı geçmemek kaydıyla, “fiili kira ödemesinin” ücret gelirinden düşülmesi gerekmektedir. Bu durumda, asgari ücret istisnasının kira giderini ücret gelirinden düşen (veya düşmek isteyen) tüm ücret sahipleri açısından kaldırılması da düşünülebilir.
Barınma ihtiyacına bile cevap veremeyen ücret gelirinin vergilendirilmesi adil ve hakkaniyetli değildir. Bunun adı da adil bir vergilendirme olamaz. Bu nedenle, kira giderlerinin fiilen ödenmesine bağlı olarak “tüm ücret gelirinin” safi tutarının tespitinde düşülmesi bize göre adil olur. Ayrıca, bu durum GMSİ sahipleri açısından da gerçek gelirin beyanı ve vergilendirilmesine yönelik çapraz bir denetim imkanı da kendiliğinden sunar.
Bilindiği üzere son yılların en çok eleştirilen konuların başında bazı kişilerin çok sayıda konut edinimi nedeniyle konut fiyatlarının çok artması, buna bağlı olarak konut kiralarının artması ve katılaşması, diğer kişilerin konuta erişim imkanlarının azalması gelmektedir. Bir diğer ifadeyle, gelişmiş ülke örneklerine nazaran ülkemizde konutlar belli sayıdaki kişilerin tekeline geçmiş durumdadır.
Konut piyasasında eğer bir düzenleme ihtiyacı hissediliyor, bu durumun gerekli ve zorunlu olduğu düşünülüyorsa, belli bir adetin üstünde (örneğin beş veya on gibi) konutu “mesken” olarak kiraya veren gerçek kişilerin bu şartları sağladığı yılı takip eden yıldan itibaren Gayrimenkul Sermaye İradı (GMSİ) yerine yerine “ticari kazanç” olarak bir açık vergilendirme tanımlaması (VDO) ile vergilendirmek gerekir.
Bu durumda, elden çıkarma anında 5 tam yılı geçince değer artış kazancı kapsamında vergi dışı kalan meskenler, artık vergi dışı kalmayacağı ve ticari kazanç olarak ağır şekilde vergiye tabi olacağı için konut bu yönüyle kısmen yatırım amacı dışına çıkacaktır. Yine, bu kesimin taşınmaz satış ve kiralamalarında KDV farkı da çıkacağından fiyatları emsallerinin üzerine çıkacağı için yine konut tercih edilebilir bir yatırım unsuru olmayabilecektir.
İlaveten, bu meskenler için GMSİ için tanınan istisna ve vergilendirilmeme durumları da ortadan kalkmış olacaktır. En azından vergi kanunu ile piyasa üzerinde etkili olması isteniyorsa, piyasayı engellemeyen ama çok sayıda konutun edinimini etkileyen pozitif bir düzenleme yapılabilir veya bu husus çeşitli argümanlarla geliştirilebilir.
Gelir Vergisi Kanunu (GVK)nda yer alan 7 gelir unsurundan birisi olan ticari ve zırai kazançlar ile serbest meslek kazançları için de GVK’nda ücrete benzer şekilde pozitif ayrımcılık içeren bir vergi tarifesine ihtiyaç olduğunu düşünmekteyiz.
Menkul sermaye iradı, gayrimenkul sermaye iradı ve değer artış kazancı gibi doğrudan sermaye üzerinden gelir getiren, arzi nitelikte, istihdama katkıları neredeyse yok denecek kadar az olan, ekonomide istikrarı olumsuz etkileyen/etkileyebilecek olan bu tür kazançlara nazaran bu gelir unsurlarının bize göre nispeten daha düşük bir oranda vergilendirilmesi gerekmektedir.
Ücret, en zayıf gelir unsuru sayılmasına karşın, ekonomide istikrar ve istihdama ciddi düzeyde katkı sağlayan ticari ve zırai kazançlar ile serbest meslek kazançları için de pozitif ayrımcılık taşıyan bir vergi politikasına ihtiyaç bulunduğunu düşünmekteyiz. Belki burada istihdam sayıları da vergilendirmede bir kriter olarak değerlendirilebilir.
Bu kapsamda, ücret en düşük; ticari, zırai ve serbest meslek kazançları orta düzeyde ve ara bir kademede, menkul sermaye iradı, gayrimenkul sermaye iradı ve değer artış kazancı-arzi kazançlar en yüksek oranda vergilendirilmelidir.
İstihdamın sürdürülebilir olması, arz yanlı ekonominin bir miktar etkinliğinin artırılması için üretime ve etkinliğe, kısaca istihdama katkı sağlayan bir gelir grubunun belli koşul ve şartlar altında bir miktar düşük vergilendirilmesi “optimal vergileme için” bize göre gereklidir. Daha önemlisi adil olan budur. Vergiye uyumlu mükellef indirimi altyapısı başka bir motivasyona dayalı olduğundan bu kapsamda değerlendirmiyorum. Bunun için GVK’nın 103. Maddesinde revizyon gerektiği açıktır.
8. Kayıtdışının Yaptırımı Ağırlaştırılmalıdır:
Kayıtdışı sahte belgenin bazen omurgasıdır; neden normal bir cezalandırma bulundurmaktadır?
Bildiğimiz üzere vergi zıyaı cezaları mevcut düzenlemelere göre normal koşullarda tek kat ve kaçakçılık suçlarına konu cezalarda ise 3 kat, bazı durumlar içinse %50 olarak kesilmektedir. Tek kat uygulanan vergi zıyaı cezası, normal koşullarda bize göre oldukça yüksek kalmaktadır. Özellikle, tek kat vergi zıyaı cezasının vergi kaybı amacı taşımayan, tamamen teknik veya hukuk hatası nedeniyle bir matrah farkı ile karşılaşmış mükellefler için biraz ağır bir durum yarattığını düşünmekteyiz.
Bu nedenle, bu tür teknik/hukuk hatası nedeniyle matrah farkı ile karşılaşan mükellefler ile “kayıtdışı” ve “kaçakçılık suçları” nedeniyle tarhiyata konu olan mükelleflerin cezaları arasında ayrışma olmalıdır.
Bu durumda, “normal durumlarda” vergi zıyaı cezalarının %50, “kayıtdışı” tespitlerine ilişkin matrah farkları dolayısıyla ortaya çıkan cezaların 1 kat, “iştirak suçlarının” cezalarında 1 kat, “kaçakçılık suçları” nedeniyle oluşan vergi zıyaı cezalarının ise yine 3 kat olarak kesilmesi daha adil olacaktır. Veya vergi zıyaı cezasında değişiklik olmazsa kayıtdışı konulu tarhiyatlarda "2 kat vergi zıyaı cezasının" olması, bunun için ara bir kademe olması gerekmektedir.
Çünkü, kayıtdışı göründüğü kadar masum bir durumda değildir!
Kayıtdışı, çoğu zaman sahte belgenin de önünü açan, ona imkan veya ortam sağlayan, bir nevi temelini de oluşturan durumdadır. Kayıtlı malların kayıtdışı satılması ve kıymetlerin fiktif bir fatura ile satışa konu edilmesi gayet beklenen ve tabi bir sonuçtur.
Bu nedenle; kayıtdışına özel önem verilmesi ve caydırıcılığın sağlanması hem kayıtdışı, hem de sahte belge temelinde faydalı olabilecektir.
9. Vergi Beyanları Üzerinden Damga Vergisi Alınmamalıdır:
Bildiğimiz gibi yakın zamanda yıl sonu dahi beklenmeden beyannamelerin damga vergileri artırıldı, peki neyin damga vergisi:
“Mükelleflerin Anayasadan kaynaklı ödevlerini yerine getirmek için yaptığı vergi beyanlarının damga vergisi. Yani, yasal bir yükümlülüğün sonucu.”
Halbuki bu mükellefler hiç beyan vermeseler, böyle bir vergi hiç tezahür etmeyecektir. Hatta, hatasını fark edip, düzeltme veren daha ağır bedel ödemek zorunda kalmaktadır.
Peki, bu neyin bedeli?
“Düzgün ve dürüst bir mükellef olmanın bedeli.”
Ne tuhaf değil mi? Anayasa ve Kanunların verdiği görevi, bir ödevi yerine getirmek için bile vergi ödeniyor.
Siz mesela yasal ödev olarak zorunlu şekilde okula gitmesi gereken çocuklara bu ödevi için cebri bir bedel alabilir misiniz? Veya yasal olarak zorunlu askerlik görevini yapan askerlerden bu kutsal ödev için bedel alınabilir mi? Vergi beyanları üzerinden alınan damga vergisini, “yasalara uymanın cezası” ve “vergi vermenin cezası” olarak değiştirmek lazım. Çünkü, bu vergi açıkça bir vergi değil cezadır. İşin esasına dönersek, damga vergisine yönelik çok yönlü eleştiriler olsa dahi, özellikle vergi beyanlarına yönelik kağıtlardan damga vergisi alınmaması gereklidir. Bu durum, gerçekten adil olmayan, haksız ve tutarsız hatta ilkeldir.
[i] 1] Yasal Uyarı Ve Bilgilendirme Metni:
Mesleki çalışmalarımızda yer alan bilgiler belli bir konunun veya yasal düzenlemenin veyahut yargı kararlarının çok geniş ve kapsamlı bir şekilde ele alınmasından ziyade genel olarak mükelleflere ve uygulayıcılara bilgi vermek, gündemi talip etmeye yardımcı olmak ve yorum yapmalarına yardım amacını taşımaktadır.
Makaleleri yazıldığı dönem ve yasal düzenlemelerin dikkate alınarak değerlendirme yapılmasının önemli olduğunu hatırlatmak isteriz. Makalelerin telif ve diğer yasal hakları doğrudan şirkete ve yazarına ait olup, atıf yapmadan veya izinsiz kullananlar hakkında her türlü yasal işlemin yapılacağını ifade ederiz.
Çalışmalarımız profesyonel hizmetlerimizi temsil etmeyebileceği gibi, her durum ve koşulda profesyonel yaklaşımlarımızı da ifade ettiği iddia edilemez. Yaptığınız fiili/pratik çalışmalarda bu değerlendirmeler dikkate alınırken, olayların koşullarının da incelenmesi, irdelenmesi, sonuçlarının iyi analizi son derece önemlidir. Bu tür çalışmalarda mutlak suretle bir profesyonelden bilgi alınması veya danışmanlık alınmasında fayda bulunduğu düşünülmektedir. Şirketimiz tarafından iş ortalarımızın personellerimizin yetişmesi ve gelişmesinden duyduğumuz sorumluluğu yerine getirme gayreti içinde olacağımıza dair sözümüzü tutma gayreti içinde olduğumuzu iletmek isteriz.
“ADEN Yeminli Mali Müşavirlik Anonim Şirketi" ve Yazar “Ali ÇAKMAKCI”, söz konusu çalışmaların ve içeriğindeki bilgilerin özel durum veya koşullara bağlı olarak hata içermediğine dair herhangi bir güvence vermemektedir. Mesleki çalışmaları ve içeriğindeki bilgileri kullanımınız sonucunda ortaya çıkabilecek her türlü risk tarafınıza aittir ve bu kullanımdan kaynaklanan her türlü zarara dair risk ve sorumluluk tamamen tarafınızca üstlenildiğinin bilinmesi gerekmektedir.
Makalenin Tüm Hakları Şirketimize ve Yazarına Aittir. İzinsiz çoğaltılamaz, dağıtılamaz, kopyalanamaz, amacı dışında ve atıf yapmadan kullanılamaz. Aksi takdirde derhal yasal işlem yapılacaktır. Soru, görüş, öneri ve değerlendirmelerinizi aşağıdaki iletişim adreslerine iletmenizi rica ederiz:
Adres: İstanbul Merkez Ofis 1 (YMM Hizmetleri): Şenlikköy Mahallesi Yaşar Kemal Sokak No:3 Daire: 5 Florya Bakırköy-İstanbul
Tel :(0212)592 00 92
Faks :(0212) 592 00 92
Mail :info@adenymm.com.tr
:cakmakciali@adenymm.com.tr,